BUZ DAĞININ GÖRÜNMEYENLERİ VE AİLE EĞİTİMİ
- 2.227 kez görüntülendi
Bir toplumun temel yapı taşı ailedir. Aileler ne kadar sağlam ve güçlü olursa toplumda o kadar sağlam ve güçlü olacaktır. Bir toplumda huzursuzluk, yozlaşma başlamışsa ailelerde sorunlar baş gösterdiğindendir. Öncelikli olarak ailenin ele alınması, bozulmanın, yozlaşmanın nedenleri üzerinde durulması gerekir.
Okul müdürüyken bir mektup aldım. Mektubun köşesinde Bayrampaşa Cezaevi filanca koğuşu yazıyordu. Önce gardiyan velimden bu koğuşta kimlerin yattığını öğrendim. Mektubu bir baba yazıyordu ve benden yardım istiyordu. İlkokul 3. Sınıfa giden bir oğlu olduğunu ve onu aylardır göremediğini, çok özlediğini ve benden kendisiyle görüştürmemi istiyordu. Çocuk anneannesiyle kalıyordu. İçine kapanık kendi halinde bir çocuktu. Komşularından öğrendim ki çocuğun annesi ölmüştü. Büyük ablası, babası ve bu öğrencim birlikte yaşarlarken bir vesileyle babanın kız çocuğuna tecavüz ettiği ortaya çıkmış baba hapse atılmış, kız akrabalarının yanına şehir dışına gönderilmişti. Oğlan da anneannesiyle birlikte yaşıyordu. Olayları öğrenince çocuğu babayla görüştürmemelerinin nedeni ortaya çıkmıştı. Böyle bir babaya da çocuğu gösterilir miydi?
Bir profesörün çok az kişinin alındığı özel bir konferansına katılmıştım. Bu profesör şöyle bir cümle söylemişti. “2009 yılında mahkemeye yansıyan ensest ilişki (Ensest ilişki; “bir kişinin annesi, babası, kardeşi, büyük annesi, büyük babası, amcası, dayısı, halası, teyzesi, torunları ile olan cinsel ilişkisidir. Bazı kültürler ensest tabusunu, süt kardeşleri, üvey kardeşler ve evlat edinen kardeşler gibi genetik olmayan akrabalıklara kadar uzatır.” https://tr.wikipedia.org/wiki/Ensest ) oranı %21” Böyle bir durum nasıl olurdu? Muhafazakâr, Müslüman bir toplumda böyle bir oran korkunç bir oran değil miydi? Yukardaki olayı bu cümleyle birleştirince insanın tüyleri diken diken oluyordu.
Türkiye’ de neler oluyordu? Aileler nelere savruluyordu? Bir baba kendi öz çocuğuna, bir dede gelinine, torununa tecavüz edebilir miydi? Ensest ilişkiler neden bu kadar artmıştı? Neden insanlar hemen evlenip çabukça boşanıyordu? Boşananlar hemen iki gün sonra başka biriyle tekrar evlenip bir iki ay sonra neden ondan da ayrılıyordu? Aile içi şiddet, aşırı geçimsizlik, kavgalar gürültüler, kadınların ve çocukların evde şiddet görmesi… Sorunlar almış başını gidiyordu. Aile yapımıza neler oluyordu? Her bir olayda şüphe duyduğumuz dış güçler aile yapımıza da mı el atmıştı? Aile yapımızda bu kadar sorunlar, problemler nereden gelmiş, neden oluşmuştu?
Kadın dernekleri federasyonun başkanlığını yürüten Canan Güllü, Türkiye’de yaşanan ensestin boyutlarının yüzde 40’lara vardığını öne sürdü. “Her ilde her ilçede her köyde yaşanıyor” diyen Güllü, “Bazıları gizlemeye bile gerek görmüyor. Devletin acilen bu konuya çözüm getirmesi lazım” dedi. https://t24.com.tr/haber/turkiye-kadin-dernekleri-federasyonu-ulkede-yuzde-40-ensest-iliski-var-
Hürriyet yazarı Melis Alphan, Murat Başoğlu’nun öz yeğeniyle yaşadığı ilişki sonrası gündeme gelen ensestle ilgili çarpıcı rakamlara yer veren bir yazı kaleme aldı. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü ile görüşen Alphan, Türkiye’deki ensest ilişki oranının yüzde 40 oranında olduğunu aktardı. https://sputniknews.com.tr/20170902/turkiye-ensest-melis-alphan-tehdit-1029971896.html
Kardeşini Doğurmak kitabını yazan Büşra SANAY, kitabında mağdurlarla görüşüp konuşuyor, bir çok kişiyle röportajlar yapıyor ve ailelere öneriler sunuyordu. Büşra Sanay kitabına, ünlü romancı Cengiz Aytmatov’dan “İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez” alıntısıyla başlıyor ama yine de bu konuda çok şey anlatıyor. Çoğu kişinin sadece haberlerde okuyup izlediği ve kendi uzağında sandığı bu soruna ilişkin gerçekliği okuyucu için sarsıcı bir şekilde ortaya koyuyor: “Benim yakınımda yok, benim etrafımdaki insanlarda olmaz, yaşanmamıştır… Oysa bu konuyu araştırmaya başlayınca öyle olmadığını gördüm.” Çocuk istismarı bir suç olarak hukuki bir kategori olmasının ötesinde psikolojik, tıbbi, ahlaki, dini ve toplumsal ve daha pek çok yanları içeren çok katmanlı bir sorun alanı. 2015’te Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü ile yaptığı genişçe bir röportajın ardından bu sorunun peşine düşen Büşra Sanay, uzun ve titiz uğraşıyla, toplumun, pek çok yönüyle yüzleşmesi gereken bu sorunu anlatıyor. Sanay kitabında mağdurları konuşturuyor. Bu konudaki etik özeni takdire değer. Çünkü cinsel saldırı ve istismar suçu mağdurlarının konu edildiği pek çok metin, sıklıkla yeni bir travma ve mağduriyetlere neden olur ama Sanay, sorunu odağa aldığı yaklaşımını hiç yitirmiyor. Cinsel saldırının çocuğun hayatını nasıl etkilediği ve nelere yol açtığı, aşıp aşamadıkları mağdurlar ve uzmanların tanıklıklarıyla aktarılıyor. Cinsel istismara uğrayan çocukların bunu nasıl açığa vurduğu, bu çocuklara nasıl yaklaşmak gerektiği konusunda özellikle ebeveynler açısından önemli uyarılar da kitapta yer alıyor.” https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/sarsici-bir-kitap-kardesini-dogurmak-40765698
“Tokat’taki Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi Adli Tıp Bölümüne 2008-2012 arasında gelen ensest vakaları üzerinde yapılmış bilimsel bir araştırma. Çalışmada, Orta Karadeniz bölgesindeki ensest vakalarının genellikle Gaziosmanpaşa Üniversitesi Hastanesine sevk edildiği vurgulanarak insanın içini acıtan veriler paylaşılıyor. Raporda 1999’da 296 ensest vakası üzerinde yayınlanan bir araştırmada saldırganlardan 70’inin biyolojik baba…” https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/carpici-bir-ensest-raporu-40572405 olduğu vurgulanıyor.
Ensest ilişkilerin haricinde aynı evde nikahsız yaşayan insanlar, evli olduğu halde başkasıyla ilişkisi olan kadın ve erkekler, sık sık evlenip boşananlar, aile içi şiddet, şiddetli geçimsizlik vb gibi bir çok hadise de ailede var olan temel sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Aileler deprem geçiriyor, ailelerde erozyon yaşanıyordu.
Buzdağının görünmeyen kısmına değinen yukardaki açıklamalar görünen kısmıyla birlikte bize aile de bir yozlaşma, kültürel ve ahlaki kodlardan uzaklaşma, çarpık ilişkiler, psiko sosyal problemler, travmalar, intiharlar vb gibi çok ciddi sorunlar olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Batının bu güne kadar gıbta ettiği aile yapımız bu gün çatırdamaktadır. Yadsınamaz gerçek şu ki ailede bir yangın söz konusudur. İster görelim ister gözlerimizi yumalım. İster yangına müdahale edelim ister yangını çekirdek çiterek izleyelim.
Padişah hastalanmış doktorlar demiş ki “Padişahım süt banyosu sizin hastalığınızın ilacı.” Padişah “Bundan kolay ne var sarayın bahçesinde su havuzunu boşaltın,süt doldurun. Ancak saraydaki inek ve koyunların sütü havuzu doldurmayacağı için tellallar salınsın duyuru yapılsın. Herkes karınca kararınca gücü nispetinde akşamleyin süt getirip havuza döksün. Sabaha kadar havuz dolar sabah girerim. İnş. Faydalı olur.” Demiş. Sabah olunca havuza bakılsın ki havuz süt yerine suyla dolu. Ama nasıl olur? Herkes benim götürdüğüm bir bardak suyu kim fark edecek karanlıkta. Benim kovamın süt yerine su olduğu nasıl anlaşılabilir demiş ve süt yerine su dolu kapları boca etmişler havuza. Diyorlarmış ki nasılsa Ahmet ağanın on ineği var o beş kova, Hasan efendinin otuz koyunu var o altı kova getirir… Herkes birbirinden beklediği için havuz süt yerine suyla dolmuş.
Bizlerde bu yangını fark edemez ya da nasılsa itfaiye erleri var onlar söndürür, nasılsa gönüllü teşekküller, gecesini gündüzüne katan yardımsever insanlar var onlar elini taşın altına koyar diye düşünürse havuzumuz süt yerine suyla dolacaktır. Yangın daha da ilerleyecek ve bir gün hepimizi girdabına alacaktır.
Hafta sonu çocuk, ailesiyle dışarı çıkmak parka gitmek gezmek istiyor. Ancak baba ve anne bunun tam tersini düşünüyorlar. Anne temizlik, çamaşır, yemek yapacağından baba da hafta sonu belgesel izleyip gazete okuyacağından çocuğun isteğine pek sıcak bakmazlar. Çocuk ısrar edince de odasındaki dünya haritası desenli puzzle yapmasını onu yapabilirse çocuğu dışarı çıkaracaklarına söz verirler. Düşünürler ki çocuk dünya haritası çok kısa sürede yapamaz. Canı sıkılır bırakır veya dışarı gitmekten vaz geçer. Fakat çocuk zekidir. On dakikada dünya haritasını tamamlar getirir. Anne baba şaşırır. Nasıl yaptığını sorarlar. Çocuk ta kulaklara küpe olacak şu cevabı verir: “Arkasında insan fotoğrafı vardı. İnsanı düzelttim, dünya düzeldi.”
Aile yapısında meydana gelen bu kod değişiklikleri, bu depremler, bu erozyonlar devletin el atmasını gerekli hale getirmişti. Cumhurbaşkanlığı 29 Ocak 2022 günü 2022/1 sayılı bir genelge yayınlanmıştı. Bu genelgede: “Aile, çocuk ve gençlerin yanlış medya içeriklerinden korunmaları ve haklarını ihlal eden uygulamalarla mücadele edilmesi hususu, uluslararası düzenlemelerle de çözüm üretilmeye çalışılan ciddi bir konu haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı 41 inci maddesi aileyi Türk toplumunun temeli olarak tanımlamış, “Gençliğin korunması” başlıklı 58 inci maddesi ise gençleri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirlerin alınacağını düzenlemiştir. Millî kültürümüzü yabancılaşmaya ve yozlaşmaya karşı muhafaza etmek, geleceğimizin teminatı olan çocuk ve gençlerimizin, sosyal medya ortamları da dâhil bazı mecralardaki tüm yazılı, sözlü ve görsel basın ve yayımların zararlı içeriklerine maruz kalmaları sonucu bedensel ve zihinsel gelişimlerinin olumsuz etkilenmesini önlemek adına gereken adımların kararlılıkla atılması gerekmektedir.
Bu çerçevede;
-Toplumumuzun temel değerlerine aykırı unsurlar taşıdığı gözlenen ve son günlerde özellikle yabancı içeriklerin uyarlaması şeklinde ekranlara gelen televizyon programlarının toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini bertaraf edecek adımlar ivedilikle atılacak,
-Birtakım semboller kullanılmak suretiyle verilmeye çalışılan mesajlarla çocuk ve gençlerin zihin dünyalarını hedef alan yapımlardan onları koruyacak, aile ve çocuk dostu yapımlar teşvik edilecek,
-Medya aracılığıyla millî ve manevi değerlerimizi yıpratmaya, aile ve toplum yapımızı temelinden sarsmaya yönelik açık veya örtülü faaliyetlere karşı Anayasa, kanun ve ilgili diğer mevzuatla düzenlenen müeyyidelerin gereği yerine getirilecek,
-Toplumun geneline hitap eden bu tür medya içeriklerinin özellikle aile, çocuk ve gençlerimiz üzerinde oluşturacağı olumsuz etkilerin önlenmesi amacıyla ulusal ve yerel medya organlarının tehdit ve tehlike oluşturan bu tür yapımlarına karşı ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından gerekli tüm tedbirler gecikmeksizin alınacaktır.
Bu itibarla millî ve manevi değerlerimize uymayan yazılı, sözlü ve görsel basın ve yayım faaliyetleri aracılığıyla aile kurumunu, çocukları ve gençliği hedef alan tehdit ve tehlikelerin yayılımının önlenmesi hususunda tüm kurum ve kuruluşlar tarafından gerekli hassasiyetin gösterilmesi, yöneticiler tarafından sürecin titizlikle takibinin ve gereğinin yapılmasını önemle rica ederim.” Denilmektedir.
Genelgeden de anlaşılacağı üzere aile yapımıza zarar veren birçok içerik ailenin etrafını sarmış ve geleceğimizi tehdit etmektedir. Ailelerimizde milli kültürden uzaklaşma, yozlaşma ve yabancılaşma görülerek geleceğimizin teminatı çocuk ve gençlerimizin zihinsel ve bedensel gelişimlerini engelleyici birçok mecradan gelen yazılı, sözlü, görsel basın ve yayınların zararlı içeriklerinden etkilenmemesi için tüm kamu kurum ve kuruluşları tedbir almaya çağırılmaktadır.
Diğer kurumlarda nasıl bir çalışma var bilmiyorum ama Milli Eğitim Bakanlığı aile eğitimi adıyla bir proje başlatarak bu yangını söndürme, depreme hazırlıklı olma, erozyonu önleme gayretini ortaya koymuştur. Öncelikle eğiticinin eğitimi adıyla hizmetiçi seminerler düzenleyip her ilden bazı öğretmenleri yetiştirmiş ve bu eğitimi alan öğretmenleri illerindeki diğer öğretmenlere aldıkları bu seminerleri aktararak onların da velilerine bu bilgi, sunu, tecrübe vb gibi eğitimleri vermeleri amaçlanmış olup ocak 2023’e kadar en az bir milyon veliye ulaşılması hedeflenmiştir. Milli Eğitim Bakanlığını bu çabasından dolayı kutlamak gerekirken Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, Rtük’ü ve diğer ilgili kurumları da bu ve benzeri proje çalışmalarıyla aile eğitimine katsı sunmaya, en azından yangına su serpmeye davet ediyoruz. Mesela ailelerin en çok izlediği ve onları en çok yoldan çıkaran, dejenere eden, yozlaştıran ‘aşk-ı memnu’ gibi dizilerin Rtük tarafından aileye verdiği zarar ve tahribat nedeniyle yayınına engel olunabilir.
Sivil toplum örgütleri de ailelerle ilgili daha dişe dokunur, var olan yangına su serpecek projeler üretmesini beklenir. STK’lar aile okulları açabilir, aile sınıfları kurabilir. Okullarda kadınlara ve erkeklere psikolog, psikiyatr, rehber öğretmen, aile danışmanları vasıtasıyla ulaşabilir, onlara danışmanlık yapıp aile içi sorunlarına merhem olmaya çalışabilir. Evliliklerden önce bu okul ve danışmanlar sayesinde evlenecek çiftlere hizmet verebilir, onları mutlu evlilik, huzurlu yuvalar konusunda bilinçlendirebilir.
Yeter ki biz, insanı düzeltmeye talip olalım. Dünyayı tek başımıza düzeltemeyiz ama havuzdaki suyu süte dönüştürmeye talip olabiliriz. İnsanı düzeltirsek dünya düzelir diyebilelim. Biz düzeltmek için bir kaygı duymalı ne yapabileceğimizi neler yapabileceğimizi insanı nasıl düzeltebileceğimizi kurgulamalıyız. Bir ailenin derdine derman olma, sorunlarına merhem olma amacı gütmeliyiz. Ailelerin yüreklerine dokunmalı, hayat tuvallerinde yeni resimler çizmesine katkı sağlamalı, yeni yol haritaları sunmalıyız. Birçok kişinin yaptığı/söylediği gibi aktivistler var, devletin kurumları var, STK’lar var, gönüllüler var, sosyal uzmanlar, psikologlar var diyerek yangını görmezden gelir, erozyonun farkına varmaz isek bu yangın yarın bizim de kapımızı çalacaktır. Bu erozyon bizi de uçuruma sürükleyecektir. Geç olmadan herkes elini taşın altına koymalı, imkânı ölçüsünde ailelerin yüreğine dokunmalıdır. Böylece su dolu havuzu süte çevirmenin, sahildeki her bir denizyıldızını suya kavuşturmanın, onlara hayat vermenin, yeniden yaşama döndürmenin sevincini, bahtiyarlığını yaşamalıdır.